Söyleşi: Edebiyat, Distopya ve Su

“...suyun tadının da, sesinin de hüzünlü bir efsaneye dönüştüğü; toplumsal öfkenin ve diğer insani duyguların sokaklara püskürtülen sakinleştiricilerle kontrol altında tutulduğu; ayrımcılığın, acımasızlığın ve kayıtsızlığın sıradanlaştığı; kültürün ve dilin neredeyse öldüğü; insan bedeninin bile devlet eliyle küresel ranta dönüştürüldüğü karanlık bir dünya…”

“Hayat hepimizi kendimiz olmaktan, insan olmaktan çıkardı. Çünkü bugünkü dünya, deli bir dünya.”

Konuşmacılar: Gülayşe Koçak ve Dr. Mahmut Şenol

Tarih: 13 Mart Çarşamba

Saat: 14.00

Yer: Pavilion Binası

Yaklaş 2030, bu sene Birleşmiş Milletler’in belirlediği Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları arasından “Karasal Yaşam”a (SKA15) ve kampüsteki hayatımıza odaklanıyor. Kampüsteki dereden yola çıkan çalışma, yakın ve uzak çevremizdeki tatlı su kaynaklarının güncel durumuna, korunmaları ve yaşatılmaları için yapılabileceklere dair çok katmanlı bir düşünce ve eylem süreci vadediyor. “Bir Derenin Kenarında” programı kapsamında sene boyunca SKA15’le ilintili meseleleri ve bilimsel verileri sanat, yaratıcılık ve hikâye anlatıcılığıyla buluşturan atölye çalışmaları, konuşmalar ve paneller devam edecek.

13 Mart’ta gerçekleşecek söyleşide, üniversitemiz Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Mahmut Şenol, yazar Gülayşe Koçak’la Siyah Koku başlıklı romanı etrafında edebiyat, distopya ve su üzerine sohbet edecek.

---

Hoyratça tükettiğimiz su kaynaklarının neredeyse hepten kurumuş olduğunu bir hayal edin…

Kâbus gibi değil mi?

Bedenlerimiz su yerine kimyasallarla ayakta duruyor; şöyle kana kana su içmeyi unutmuşuz: Su, ancak itaatkâr vatandaşlara tanınmış bir lüks ve ayrıcalık.

Bedenle ruh birbirinden ayrı düşünülemeyeceğine göre, su yoksunluğu ve tüketilen doğal olmayan gıdalar acaba içimizde, ruhumuzda da nasıl bir tahribata, nasıl bir manevi tuzlanmaya, kuraklaşmaya yol açar?

Ya sevgiyi, aşkı nasıl etkiler?

Türk Edebiyatı’nın değerli romancısı Gülayşe Koçak, “Siyah Koku” başlıklı distopik romanında böylesi çölleşmiş bir dünya şartlarında “sahici” kalmayı başarmış Mine ile Tunçay’ın sancılı aşk hikâyesini bize sunuyor.